3 Ocak 2021 Pazar

TERK EDİLME ŞEMASI VEYA GİRDABI ÜZERİNE


"HİSLERİM GERÇEK DEĞİL, HİSLERİMİN ACISINA DAYANABİLİRİM!"

Terapistimin önerisiyle bir kaç kitaba başlamıştım. Bazı şemalar içinde (buna neden şema denildiğini girdap denilmediğini henüz ben de bilmiyorum, çeviri ile ilgili bir şey olmalı) terk edilme şemamın var olduğunu fark ettim. Aslında böyle bir şeyin farkındalığı ben de mevcuttu fakat bilimsel bir ismi olduğunu bilmiyordum, ya da hissettiğim o şeyi orada somut bir şekilde adeta bir elma gibi ya da armut daha doğru olur, görmek beni tetikledi. Aslında bir çok insan gibi benim de bir çok şemam var fakat en çok buna takılmamın sebebi kendim dışında bir çok insanda da bu şemanın aktif olduğunu görmemdi. Uzun zamandır görmediğim, senelerdir kedi köpek misali olan iki sevgili arkadaşımızın halen öyle olduklarını duyunca, bunun sadece "vazgeçememek" kadar basit bir şey olmadığını anladım. Daha derine inmemiz gerekirse (:D) elbette ben bir terapist değilim, kişilerin öz geçmişlerini açık edecek de değilim, bu alanda akademik olarak çalışmadım da, yalnızca biraz aklım var, ve anladığımı konuşuyorum. Velhasıl, bir zamanlar, tamamen cehaletimden, ruhsal problemlerimizin yalnızca beynimizdeki kimyasal dengesizliklerden kaynaklandığını kabul etmiş biri olarak, bilişsel davranışçı terapinin bu konu ile ilgili yorumunu okuyabildim. Bozuk aile ortamı, taciz, alkoliklik gibi şemamı geliştirecek şeyler yok denecek kadar azdı. Kalıtımın katkısını hafife almıştım. Evet tam olarak biyolojim ve çevresel faktörlerim el ele verip, ben de bu şemayı oluşturmuştu. İlk önce çocukluktaki terk edilmemi anladım, daha sonra duygusal ilişkilerimde, aile  ve arkadaşlık ilişkilerimde bunu nasıl yansıttığımı. Taşlar yerine birer birer oturuyordu. Şimdi yaşanılan bir ayrılığa oluşturduğum reaksiyonu ve çocukken annemin bensiz gittiği bir misafirliğe gösterdiğim öfkenin sebebini ve bunun gibi bir çok olayı anladım. Belirsizlik beni hep korkutur. Sorunu bildiğim zaman çözmüş kadar ferahlarım. Şimdi şemayı yani benim deyimimle girdabı anladım. Hani o sizi manipüle eden partnerden ayrılamıyorsunuz ya, hani tutumsuz davranışları olan arkadaşlıklardan uzaklaşamıyorsunuz. Hani bunlar giderse eliniz ayağınız bir anda yok oluverir, o işe gidemez, o yemeği yiyemez hatta o duşu bile alamam zannediyorsunuz ya, ama ısrarla böyle arkadaşlıklar seçiyorsunuz böyle duygusal ilişkiler kuruyorsunuz ya, heeeh işte! 


Çünkü bunlar size tanıdık gelir, sizin her zaman bildiğiniz budur. Şimdi şemanızla başa çıkabilmek için bir adım atabilirsiniz, çünkü ondan haberdar oldunuz. Top sizde. Ve son olarak şu an acıdan kemikleriniz kırılıyor, bana biri bir yol göstermeli, ne yapacağım ben diyorsanız, bilin ki hisleriniz gerçek değil, hislerinizin acısına dayanabilirsiniz. 

19 Nisan 2020 Pazar

PEMBE CALPOL TADINDA


Selaaaam. Bu defa geçmişten bazı hisler üzerine yazmak istiyorum. 

Bir festivalden çıkmışız, sevdiğimiz sanatçılar, şairler teker teker çıkmış sahneye. Danslar etmiş, birbirimizin ayaklarına basmışız. Abimin bana bilmem kaç beden büyük yeşil ceketi var üzerimde, üşümüşüm belli. Bir de kahverengi çantam var. Her zaman kahverengi çantaları çok sevmişim. O çantayı görür görmez demiştim ki "bu çanta benim olsun, hiçbir kitabı okumasam, hiçbir okulu kazanmasam, hiçbir toplantıda yer almasam da ben kendimi yetiştiririm" Gençlik bu ya. Veyahut çocukluk. Ne kadar büyüğüm ne kadar küçüğüm anımsamıyorum, ama hayatımda ilk defa kadıköye gittiğimi bilecek kadar küçüğüm. Bundan eminim en azından. Dönüşte son vapura binmişiz. Ama sanki vapur değil, gemi değil, sandal. Minik sarı bir ışık var tepesinde. Motora çok yakınım, suda köpükleri görüyorum. Fakat sandal da olamaz onca kişi var. Tıkış tıkış. Hep birlikte bir türkü söylüyoruz. Söylediğimiz türküyü nasıl hatırlamam diye kızıyorum kendime. Kilit noktası burası. Hep birlikte bir romantizmi yaşıyor gibiyiz. Tanımadığım onca insan, aynı güverte, aynı ışık, su sesi, tek bir türkü. Hep bir ağızdan. Şikayetçi olan tek bir kişi yok. Ben çok küçüğüm sanırım. Çünkü şikayetçi olan insanlar en son o zaman, o kadar yoktu.

Hava biraz bahara çalsın, biraz hazirana yaklaşsın sene, bu hikâyeyi hep anımsıyorum. Sokağıma bakarken, havayı koklarken. Sanki rüyaydı o kadar az hatırlıyorum. Ama gerçekti bunu da biliyorum. Kahverengi çanta vardı ve koptu. Yok oldu. O gömlek sonra. O uzun upuzun kumral saçlarım da vardı. O güzel deniz de, gece de. Rüya ya da gerçek ne fark eder. Her ilkyazda hatırlatıyorsa kendini. Tanıdık birşeyler arayıp da bulamıyoruz ya hani, iyi ki var anılarımız, ve anılarımızı bize tekrar tekrar hissettiren ama onları bize bir kere daha yaşama fırsatı vermeyen hayat. Sürekli bir soru sorardık birbirimize: "Bi sihrin olsa ne yapmak isterdin" Bir anıyı, bir defalığına mahsus tekrar yaşayabilmek isterdim. Tekrarı bu kadar imkansız olmasın isterdim. Kendini bana hatırlatan, hiç kaybolmayacak olan hisleri yazmaya karar verdim. Bu da ilki. Pembe calpol şurup gibi. Afiyet olsun. 

5 Kasım 2019 Salı

ASLAÖYLEBİŞİYAPACAKBİRİNEBENZEMEYEN


Bir yıl kadar önce 5harfliler.com da bir yazı okumuştum. Erkek öfkesinin neden bu kadar ürkütücü olduğunu anlatan bir yazıydı. Bunun kalkan görevi gören ağır bir yük olduğundan ve hayat ilerledikçe daha da ağırlaştığından bahsediyordu, eklemişti: "Onu ancak tehlikeyi göze aldıysanız çıkarırsınız." 

Ben şimdi zırhımı çıkarıp yazıyorum. Hüzünlü olan cinsten bir orospuyum. Ücretimi nereden alacağımı bilen var mı? 3 yıllık birikmişim varda.

Tanıdık bir hikâye. Yüzünüze patlayan öfke size dedirtiyor ki: "Ah ben ne yaptım. Ah ben ne hatalar işledim. Ah ben artık nasıl yaşarım. Ah ben korkuyorum da ama ah ben elime şu makası alayım da ah beni öldürmeye kalkarsa ya ah ben ölmek istemiyorum galiba!" Depremler olur, büyük depremler, koca depremler sizin yüzünüzden oldu sanırsınız. Pek sevdiğim İrem de aynı şarkının çirkin melodisini duymuş olacak ki şöyle yazmış: "Bu şarkıyı çalıp çaldıranların, oyunlarda çok yetkin, tekellerde hep saygın, genelde pek uysal ve aslaöylebişiyapacakbirinebenzemeyen bir yapısı var."

Bilin ki her zaman koşup gelecek, size çorabını verecek, "Ne yapmış olursan ol, bunu yapamaz" diyecek bir kızkardeş olacaktır. Ve yine bilin ki yaşarken vicdanınız sızlamadıysa şimdi sızlayan şey vicdanınız değil, 90 kg ağırlığındaki bir ayının sıktığı bileğinizdir. Batılı ve Doğulu dünyanın tüm erkekleri birleşin! Birleşin ve bizden uzak durun. Hislerimiz vardır. Deneriz. Hiç denemediğimiz bir şeyi de deneriz. Değişiriz de. Her şey mümkündür. Ve bırakın sıkıntısını yaşamadan doğruyu da yanlışı da yapabilelim. Tıpkı sizler gibi. 

Yüzünüze atılan tokadın savurduğu yer sizi asla utandırmasın. Bir tokat can acıtmaz. Ama utanç canınızı fena halde yakar. Ve aklınızdan hiç çıkarmayın. "Her şey geçer ya utanç ya onur kalır geriye."

Son olarak ne kadar ağır ve kısıtlayıcı olursa olsun bu zırhı tekrar giyiyorum. Hadi zırhımın içinde beni sevmeyi öğrenin. Çünkü beni bundan daha çıplak göremeyeceksiniz. 

https://youtu.be/KitcvxK9bzU

22 Aralık 2018 Cumartesi

BİNA METAFORU

Affetmek insanı kurtarır. Ben yetişkin olmaya minik adımlar attığım bu dönemde affedememekle kalbime uzun çizikler atmış bulunuyorum. Oysa yeni yetmeyken hiç yapmazdım böyle şeyler. Her şey "beni affet" sözcüğüyle bir küçük öpücükle bir daha ki özür dilemeye kadar kapatılırdı. Yetişkin olmanın affedememekle bir bağı olduğunu söyleyemem, fakat acılarımıza duyduğumuz saygı gün yüzüne çıkıyor olabilir mi, yoksa başka bir şey mi bilenler, bilmeyenlere bildirsin. Fikri olan ve fikrini dayatmayacak bir yetişkin de bana. Affedememenin, affetmekten çok daha zor olduğuna inandırmaya çalışmıyorum kimseyi ama bu bir yük. Kimine göre değerli bir yük, kimine göre ise yük olmanın verdiği yetkiye dayanarak ağırlık yapıyor. 

Bir bina metaforu vardı elimde oradan devam edeyim o halde. Sorumun cevabı o binadan başka bir şey değil. Bina yıkılmaz artık biliyorsun ama binana seçtiğin renklerin beğenilmeyişini affedemiyorsun.

"İnsanlar doğuşumuzdan itibaren bir bina inşa etmeye başlıyor, bu binanın 2. 3. katına gelindiğinde görevi devralmak istiyorum. Üstüme koyduğum tuğlaları, duvarlarını boyadığım renkleri beğenmiyorlar. Rengi değiş diyorlar, değişmiyorum. Malzemeyi değiş bak bina yıkılır diyorlar, değişmeyeceğim diyorum. Yıkılırsa yıkılsın bu bina benim diyorum, elimden almaya çalışıyorlar. İzin vermiyorum. Ve binayı sallamaya başlıyorlar. Onlar salladıkça ben dengede durmaya çalışıyorum. Bu çok zor. Beni neden bununla baş başa bırakıyorlar diyorum. Bu benim binam, onların da daha önce binası oldu, herkesin zaten bir binası var, neden gözleri doymuyor diyorum. Anlıyorsun ki onların da binası yarım bırakılmış, yarım bir binayla devam eden herkes başka birinin binasına dokunmak istiyor. Dokunmaktan da öte, inşa etmek istiyor. Binasını sağlam tutanlara, yıkılmasına izin vermeyenlere, onu kimseye ödünç vermeyecek olanlara selam olsun."

*Hep anlamaya çalıştığım bir dönem vardı. Bu yüzden hiçbir yazdığımı, aklımda şekilli hiçbir fikri yazıya dökemez ya da saklardım. Anlamaya çalıştığım o dönemin hiç bitmeyeceğini anlayınca, bina metaforu okunsun istedim. Ben yine anlamaya çalışıyor olmaya devam edeceğim. Bu yüzden her fikir, her düşünce, her duygu değişecek. Değişen aynı kalmayan şeylerin başında insanın geliyor olmasına da alışacaksınız.